19 Mayıs 1919, Türk milletinin tam bağımsızlık ve özgürlük umutlarını inanca dönüştürecek kurtuluş ateşinin yakılıp Milli Mücadele’nin başlatıldığı gündür.
Bu günün şahsım için anlam ve önemini aktaracak en iyi kelime ise başlangıçtır. Zor olduğunu düşündüğüm bir görev için, bir hedef için veya geleceğimi şekillendirmek için atılması zor adımlar bana yalnızca başlayana kadar zor ve imkansız gelir. Aslında çevremde beni yakından tanıyan insanların bu özelliğimi kolay bir şekilde fark etmeleri gerekir. Başlayana kadar çözümde görev almayan beynimin bana problem yaratması da aslında bu durumu meşru kılıyor.
İşte tam bu sebeptendir ki milli mücadele fikrinin başarıya ulaşmasını sağlayan en önemli gaye insanları çözümde yer almaya ikna etmekten başlamıştır. O dönemde yaşamış sıradan bir vatandaş ile Atatürk'ün arasındaki en büyük fark çözümde yer alma istekleridir.
Atatürk Samsuna giderken bir gün böylesine büyük ve eşsiz bir şey başaracağını biliyor muydu? Hayır, bilmiyordu. Peki Atatürk'ün tüm bunlara rağmen kararlığı ve sarsılmaz düşünceleri nereden geliyordu? En başından beri Atatürk kendi hayatında uygulamadığı hiçbir şeyi milletine öğüt veya tavsiye olarak vermemiştir. Değişimi gerçekleştirmek için insanın ilk başta kendisini ve çevresini değiştirmesi gerektiğini her zaman bilmiştir. Kendi tabiriyle söyleyecek olursak, almış olduğu kararların ilhamlarını gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almıştır.
Bir gün, istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düştüğünde , vazifeye atılmak için içinde bulunduğu durumun vaziyetini, imkân ve şeraitini düşünmemiştir. Bu imkân ve şeraitin çok namüsait bir mahiyette tezahür edebileceğini bilmiştir. İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanların, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabileceğinin farkına varmıştır. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabileceği gerçeğini kabullenmiştir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanların, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabileceklerini bizzat tecrübe etmiştir. Hatta bu iktidar sahiplerinin, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebildiklerini görmüştür. Milletin, fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabileceğine tanıklık etmiştir.
Türk istikbalinin evladı olan Mustafa Kemal, işte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifesinin, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmak olduğunun, muhtaç olduğu kudretin, damarlarındaki asil kanda mevcut olduğunu bilerek Samsuna çıkmıştır.