Ülkem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ülkem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı

19 Mayıs 1919, Türk milletinin tam bağımsızlık ve özgürlük umutlarını inanca dönüştürecek kurtuluş ateşinin yakılıp Milli Mücadele’nin başlatıldığı gündür.

Bu günün şahsım için anlam ve önemini aktaracak en iyi kelime ise başlangıçtır. Zor olduğunu düşündüğüm bir görev için, bir hedef için veya  geleceğimi şekillendirmek için atılması zor adımlar bana yalnızca başlayana kadar zor ve imkansız gelir. Aslında çevremde beni yakından tanıyan insanların bu özelliğimi kolay bir şekilde fark etmeleri gerekir. Başlayana kadar çözümde görev almayan beynimin bana problem yaratması da aslında bu durumu meşru kılıyor.

İşte tam bu sebeptendir ki milli mücadele fikrinin başarıya ulaşmasını sağlayan en önemli gaye insanları çözümde yer almaya ikna etmekten başlamıştır. O dönemde yaşamış sıradan bir vatandaş ile Atatürk'ün arasındaki en büyük fark çözümde yer alma istekleridir. 

Atatürk Samsuna giderken bir gün böylesine büyük ve eşsiz bir şey başaracağını biliyor muydu? Hayır, bilmiyordu. Peki Atatürk'ün tüm bunlara rağmen kararlığı ve sarsılmaz düşünceleri nereden geliyordu? En başından beri Atatürk kendi hayatında uygulamadığı hiçbir şeyi milletine öğüt veya tavsiye  olarak vermemiştir. Değişimi gerçekleştirmek için insanın ilk başta kendisini ve çevresini değiştirmesi gerektiğini her zaman bilmiştir. Kendi tabiriyle söyleyecek olursak, almış olduğu kararların ilhamlarını gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almıştır. 


Bir gün, istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düştüğünde , vazifeye atılmak için içinde bulunduğu durumun vaziyetini, imkân ve şeraitini düşünmemiştir. Bu imkân ve şeraitin çok namüsait bir mahiyette tezahür edebileceğini bilmiştir. İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanların, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabileceğinin farkına varmıştır. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabileceği gerçeğini kabullenmiştir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanların, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabileceklerini bizzat tecrübe etmiştir. Hatta bu iktidar sahiplerinin, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebildiklerini görmüştür. Milletin, fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabileceğine tanıklık etmiştir.

Türk istikbalinin evladı olan Mustafa Kemal, işte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifesinin, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmak olduğunun, muhtaç olduğu kudretin, damarlarındaki asil kanda mevcut olduğunu  bilerek Samsuna çıkmıştır. 

Tüm yaptıklarına ilk önce kendisi inanmış, çevresini buna bağlı olarak etkilemiş ve daha sonra ise milyonlarca insanı inandırmıştır. 

Senin ve Seninle birlikte yeniden doğan bu milletin doğum günü kutlu olsun Atam!


19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı'nın 101. Yılı Kutlu Olsun.







Beyaz Zambaklar Ülkesi-Genel Bir Bakış

Arka Kapak Yazısı 

Bu kitapta, Finlandiya’nın başarısı için yapılan çalışmaların ve fedakârlıkların sonuçlarından söz edilmektedir. Kahraman liderlerin, Fin milletini nasıl kahraman millet hâline getirdikleri anlatılmıştır.
Bir milletin; kamu kuruluşlarının, okullarının ve askeri kurumlarının uyum içerisinde ortak çalışmasının ne gibi olumlu sonuçlar oluşturabildiğini açıkça göstermiştir.
Atatürk kitabı okuduğunda Finlandiya’nın bu destan denilecek başarısına hayran olmuş, kitabın Cumhuriyet okullarında bir rehber kitap olarak okutulmasını istemiştir. Kitabın ilk basımı birkaç ayda tükenmiş, 1930’da Devlet Basımevinde resimli olarak yeni alfabeyle tekrar basılmıştır.

Beyaz Zambaklar Ülkesi, tüm yoksulluğuna, elverişsiz doğa koşullarına rağmen, Finlandiya’nın, bir avuç aydın insan önderliğinde, geri kalmışlığını yenip medeniyet seviyesine yükselişinin hikâyesidir. Bu kitap, ülkesini ilerletmek arzusunu yitirmeyen milletlere bu uğurda nasıl çalışılacağını ve neler yapılması gerektiğini gös­termektedir. Bu yönüyle Türk gençliğinin batıyı iyi okumasını sağlayacak önemli bir kitaptır. Halkların büyük özveriyle yoksulluk gömleğini yırtarak, ekonomik, politik ve kültürel olarak nasıl örnek bir ülke oluşturabileceğini gösteren ölümsüz bir eser.

Aslında kitabın arka kapak yazısı kitabın içeriği hakkında bir hayli bilgi içermektedir. Bu yazıda genel olarak kitap içerisinde önemli gördüğüm yerler ve bu yerler hakkında yorumlarım yer alacaktır.

“Devletlerin kuvvetli ve zayıf olması, milletlerin yükselmesi ve gerilemesi, yalnızca yöneticilerin beceriksizliğinden ya da sorumsuzluğundan kaynaklanmaz. Devleti yönetenler, iyi veya kötü, kahraman veya zalim olsunlar, onlar bir ferdi oldukları kendi milletlerinin birer aynasıdır. Onlar, milli ruhun birer kopyasıdır. Onlar, halkın içinden doğmuştur. Bir toplum her nasılsa, yöneticileri de onlar gibidir. İşte bundan dolayıdır ki öteden beri “Her millet layık olduğu yönetim tarzına ve yöneticilere sahip olur” denilmiştir.”

Bu kitabı her Türk gencinin mutlaka okuması gerektiğini düşünüyorum. Ülkemizi geliştirmek ve daha ileriye taşımak için bu ülkenin her insanı ile ortak bir çalışma içine girmeliyiz çünkü “Zamanla insan yaşadığı topraklara, yaşadığı topraklar insana benzemeye başlar.”
Bir şeyler bizi rahatsız edebilir, örneğin denizlerimizin ne kadar pis olduğundan yakınabiliriz. Herkesin ne kadar sinirli ve sabırsız olduğundan, yolsuzluklardan, liyakatsizlikten ve nicesinden bahsedebiliriz.

Tüm bunların kaynağının bizler olduğundan da bahsedebiliriz.

En zengininden en fakirine, en gencinden en yaşlısına, en masumundan en kötüsüne tüm bunların sebebi yine bizleriz.

Hayatınızda şu sözü kaç kere duydunuz ve kaç kere ciddiye aldınız?
“Değişime kendinden başla.”

Örneğin denizlerin pis olduğundan bahseden denize çöp atıyorsa, insanların sinirli ve sabırsız olduğundan hayıflanan sinirli ve sabırsızsa, yolsuzluklardan bahsedenler ilk fırsatta yolsuzluk yapıyorsa, liyakati savunanlar yalnızca çevresindeki insanları düşünerek hareket ediyorsa tüm bunların ikiyüzlülükten çok hastalık olduğunu söylememiz yanlış mı olur?

Bunların dışında tepkisizlik de çok önemli bir rol oynuyor. Denize çöp atan kişiyi uyarmadığınız sürece bu durumu düzeltmeniz de pek mümkün olmaz. Aslında göstermiş olduğunuz tepkiler bir nevi kendi vicdanınızdır. Vicdanlarımızın toplamı ise toplumun vicdanını oluşturur. Kadın cinayetlerini, hukuksuzlukları, yolsuzlukları ve nicesini meşrulaştırmanın en kolay yolu ise bu vicdanı yok etmektir.
Ayrıca, bir şeye tepki göstermediğiniz sürece ondan şikâyet etmeniz de tamamen korkakçadır.

Aşağıdaki söz aslında birçok şeyi açıklıyor.

“Şu toprak yığınından ibaret köylerin, ortasından lağımlar akan sokakların kalkmasını içtenlikle arzu ediyorsanız, bunlardan iğrenen bir toplum oluşturmak zorundasınız.”

“Ülkede herkes sorumluluklarının tam bilincindedir.”

Peki, biz sorumluluklarımızın tam bilincinde miyiz? Bir mühendisin yaptığı yanlış ile insanlar ölüyorsa bunun sorumlusu deprem değildir. Bir aşçının yaptığı yemek ile insanlar ölüyorsa bunun sorumlusu da yemek değildir. Herkes yaptığı işin sorumluluğunu tam anlamıyla kavrayıp buna göre hareket etse her şey o kadar sorunsuz, o kadar güvenilir olur.

“Beyaz Zambaklar Ülkesi’nin insanları, her şeyden önce başka insanların hak ve özgürlüklerini düşünürler. Orada özgürlüğün değeri büyüktür. Ama bu ülkede özgürlük, başkalarını rahatsız etmek değildir.”

Kısacası o çok istediğiniz özgürlüğü elde ettiğinizde başka insanların özgürlüğünü kısıtlıyorsanız bu özgürlük değildir..
“Rus yönetimindeyken Finlandiya’nın her yerinde votkanın tüketilmesi amacıyla meyhaneler açıldı ama tuzağı fark eden Finler, o meyhanelere adım atmadılar ve böylece bu meyhaneler kapatılmak zorunda kaldı.”

Bir şeylere tam olarak böyle tepki göstermeliyiz. Konuştuğumuz, düşündüğümüz ya da paylaştığımız şeyler her ne kadar tepkimizi oluştursa da bunu eyleme dökmeden istenen sonucu almamız ne yazık ki mümkün değildir.

“Bir millette hareket gücü ortaya çıkıp yürüyünce, o millet kendiliğinden harekete geçmektedir. Kendi hayatını, kendi isteklerini ifade eden dile getiren kendi içerisinden bir bireyi kendine lider olarak seçmektedir.”

Bu tam olarak da böyledir. Neyi başarmak istiyorsak, neye hasret kalmışsak seçeceğimiz kişinin bizim için bunları yapacağına inanarak sandığa gitmiyor muyuz? Tabii, bu bilinçli bir vatandaşın yapacağı bir davranıştır. J

“İstediğiniz kadar kusursuz anayasalar yapın, seçim hususunda halka istediğiniz kadar haklar tanıyın; eğer çocuklarınız, olması gerektiği gibi eğitilmezse, hayata bir hiç olarak girerse, parlamentolar ve bütün hukuk düzeni yerli yerinde olsa da sosyal hayat, yine sorunlarla dolacaktır. Bu kuşaktan gelen memurlar, vurdumduymaz; bakanlar ise siyasi cambaz olur. Milletvekilleri çıkar peşinde koşar. Okullar, yeni neslin kafasını ve kalbini kurutan, kavuran yerler olur. Basın, sokaklarda kendini satışa çıkaran, allı pullu kadınlara döner. Aç veya tok halk kitleleri, kendilerine mensup kişilere karşı nefret, kıskançlık duyguları beslemeye başlar.”

Burada altı çizili sözcük her şeyi açıklar nitelikte olduğu için yorumlamam anlamsız olacaktır.

“Ne zamana kadar bu saklambaç oyununa devam edeceksiniz? Sürekli vatanseverlikten, millet sevgisinden, medeniyete hizmetten söz edersiniz. Ama millet için, vatan için, medeniyet için ne yapıyorsunuz? Bazıları milyonları çalarak sevgili vatanımızı soyuyor. Bazıları da dairelerde, matbaalarda, okullarda üniversitelerde memurluk yapıyor. Diğer tarafta ise milyonlarca kişi çürüyor, yozlaşıyor, sarhoşluk ediyor, neticede milletimizin temelleri çürüyor.”

Sahi biz vatan, millet ve medeniyet için ne yapıyoruz? Bazılarımız bu satırlardan ziyadesiyle hoşnut olacaktır çünkü görev ve sorumluluklarının bilinciyle hareket ettiklerinin farkındalardır. Bazılarımız ise asıl odaklanması gereken meselelerinin dışında egolarını ve kibirlerini beslemeye devam edeceklerdir.

Buradan sonraki paragraflar için bir yorum yapmamayı tercih ediyorum çünkü bu paragraflar yorumlanmaktan çok insanların ders çıkarmasını hedeflemiştir.
“Herkes yaşam şartlarının sertliğinden yakınırken bu konuda hiç kimse elini taşın altına sokup bir şeyler yapmak niyetinde değildir. Sanki her birimiz yaşamı dışarıdan izleyen seyircileriz. Sanki her birimiz diğerini yargılamakla görevli yargıçlar gibiyiz.

Herkes büyük işler büyük sevinçler beklemekte ama yaşamın amacı bu değil. Çok az insan kendi yaşam kalitesini yükseltme ve yaşam biçimini olumlu yönde değiştirme amacıyla gerçekten bir şeyler yapma girişiminde bulunuyor. İnsanlar yaşam şartlarının ağırlığı karşısında borcunu ödemekten kaçınan vicdansızlar gibi bahaneler üretme yarışına girmişler.”

“Herkes aslında neler yapması gerektiğini çok iyi biliyor. Sadece yapmak istemiyor. Bazıları da yapmak istese de yapamıyor. Yapamıyorlar çünkü mevcudu korumanın yeterli olduğunu düşünüyorlar. Yapamıyorlar çünkü kendilerinde artık bir şeyler yapma isteği ya da yeteneği kalmamıştır.”

“Her toplumda parazitler, toplumsal ve milli olaylarda müdahil olurlar ve kendilerini hiç ilgilendirmeyen olaylara bile çomak sokmak için, utanmadan ve çekinmeden karıştırıcı, nifak sokucu olurlar.

Bunlar bir takım kurumlarda, sadece kendi egolarına yönelik çalışırlar. Nedense kolayca yüksek mevkilere gelirler ve asla üretici olamazlar. Halkın ve toplumun yararına çalışmak isteyenlerin önüne çıkıp engel olurlar. Onlara iftira atarlar. Onların mevki ve makam peşinde olduklarını söylerler.

Bunların öfkesi bulaşıcıdır. Namussuz ve yırtıcı asalaktırlar. Halkı sömürür ve mahvederler. Hileyle, yalanla, tehditle korkunç işler yaparlar. Halkın iradesine ipotek koyarlar, toplumun vicdanını zehirler, gençlerin ideallerini sömürürler. Çevrelerine karanlık tohumlar dağıtırlar. İnsanın içindeki öfkeyi beslerler. Böylece ıstırabı ve acıyı artırırlar.

Bunlar karanlık aşığı canlı kölelerdir. Vicdanlarını üç kuruşa satmış insanlardır. Işığı sömürürler. Onlarla mücadele etmek, en basit konuları bile onlarla tartışmak zordur. Onların son derece şeytani ve ikna edici yöntemleri vardır.

Ruh halleri kendilerine özgüdür. Başka hiç kimseye benzemezler. Felsefeleri, yalandan, egoizmden ve zorbalıktan oluşur. Her kılığa girer ve lastik gibi uzarlar. Rüşvet ve korku sarmalından oluşan bir dinleri bile vardır.

Onlarla savaşmak isteyenler bunun bir şaka olmadığını bilmek zorunda. Coşkulu ve iradeli olmak gerekiyor, Çok sağlam bir iradeye ve sarsılmaz bir ideale sahip olmalısınız.”

Bu kitap bu yazıda yazılanlardan çok daha fazlasıdır. Israrla okumanızı, okutturmanızı tavsiye ediyorum.

Burada yazdıklarım dışında aklınıza gelebilecek her türlü toplum sorununa değinen ve çözümleriyle birlikte onları sonuca ulaştıran bir kitaptır.

Ve son olarak:

“Bir engelle veya bir olumsuzlukla karşılaştığınızda, bizler denedik savaştık ama yeterli destek yoktu, demeyin! Bunu asla söylemeyin! Karanlığın ruhu ışığınızı söndürüyorsa yeniden yakın! İkinci kez, yüzüncü kez ve hatta gerekirse bininci kez yakın ve asla yılmayın.

Her yer aydınlanana kadar kendinizi ve diğerlerinizi yakın. Başarının çabuk olmasını beklemeyin! Kararlı olun! Sizi anlamak yerine, alay edeceklerdir, sizi desteklemek yerine engelleyeceklerdir, sizi tanımak yerine iftira atacaklardır. Onlar karanlığın emrinde sizinle savaşacaklardır.

Siz de ışığı yaymak için gerekirse yanın ve her yeri aydınlatın!”

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının 100. Yılı Kutlu olsun.

Tüm alıntılanmış olan sözler ve paragraflar yalnızca kitaptan alınmıştır.























































Şu sıralar Türkiye


Tarih 7 Eylül 2019 cumartesi, 

Türkiye şu sıralar çok belirsiz. Sezilemeyen ve tahmini olmayan bir belirsizlik. Tarihi özellikle belirtmemin sebebi olacaklara ya da olanlara şaşırmıyor oluşumuz. Yarın büyük bir olay gerçekleşecek olsa en büyük olaya reaksiyon gösterme süremiz üç gün . Unutuyoruz, alışıyoruz, alıştırılıyoruz. Normal zamanda garip gelen şeyler bir süre sonra rutinimiz haline geliyor. Normalde canımızı yakan şeyler sanki her zaman bizden bir parçaymış gibi hayatımıza dahil oluyor.
Her zaman bir şeylerden şikayetçiyiz ancak çoğu zaman bir plan sahibi değiliz. Türkiye'de yaşayan insanların normal zamanda da çok bir planı olmaz ancak şu sıralar bir hiçlik hakim. Bekliyoruz bir şeylerin değişmesi için, daha iyi olmak için ya da daha fazla acı çekmemek için sadece bekliyoruz. Yıllar boyunca doğru zamanda, doğru yerde ve doğru insanlarla varlığımızı sürdürdük ve onları hala bekliyoruz. Bir şey yapmak için çoğu zaman kendisini değiştirmeyi düşünmeyen insanların çoğunluğudur, Türkiye. Konuşuruz, tartışırız ancak hiçbir zaman konuştuklarımızı gerçekleştirmek, tartıştıklarımızı haklı çıkartmak için kendimizden feda etmeyiz. Şikayet ederiz, yakınırız en önemlisi de yanlış yapmasak bile doğru bir şeyler  yapmayı da tercih etmeyiz. Çünkü doğru bir şey  yapmak fedakarlık gerektirir. Çoğu zaman konfor alanımızın dışına çıkmak bizi korkutur, bu da yenilikten uzak geleneğe yakın bir davranışa zorlar. Öylesine bir gelenek takıntımız vardır ki neredeyse tüm hayatımızı yönlendiren en önemli şeydir. Onunla doğar, onunla yaşar, onunla ölürüz. Bu süreç boyunca bazen  bize istediğimiz doğruları yapmamıza izin vermez, bizim yerimize kararlar verir, bizim için hayati öneme sahip şeylerde söz sahibi olur. Birey olmamızı engeller, kendi düşündüğümüz zerre pay sahibi olamazken başkalarının düşündükleri ile hayatımızı yönlendiririz. Saplantılı haller alır, kimi zaman kararlarımızı kendimiz alsak bile ona saygı duyulmaz, çünkü gelenekler çoğunluğun düşündüğüne göre şekil alır ve çoğunluğun dediği çok ama çok yanlış olsa bile sınırları olan ve o sınırlardan çıkmayı hiç düşünmeyen beyinler için doğrudur. Burada yanlış anlaşılmaması gereken şey  gelenek karşıtlığı değildir. Tamamen doğru bir şey neredeyse yoktur. Çok güzel ve yerinde olan geleneklerimiz olduğu gibi çok gereksiz ve yersiz olan geleneklerimizde vardır. Asıl önemli nokta o çizgiyi çizebilmek. Bu çizgiyi çizebilmek hiç kolay değildir. Çizgiyi çizmek çok fedakarlık gerektirir. Bir şeylerin farkına varmak için, bir şeylere yeni bir açıdan  bakmanız gerekir. Kimi zaman sizi çoğunluğun dışında hareket ettiğiniz için suçlarlar, canınız yanar ve bir anlığına gerçekten yanlış yaptığınıza sizde inanırsınız. Çünkü öyle yetiştirildik. Belli bir sınır belirlediler, sınırın altında kalmamanız için çok çaba sarf ederken sınırın ötesine geçmeniz için hiçbir şey yapmadılar. Normal ve ortalama biri olmanızı istediler. Elbette onlarında kendilerine göre sebepleri vardı. Yaşadıklarına paralel olarak yetiştirdiler, yıllar süren savaşlar, katliamlar, mezhep ayrılıkları, darbeler, tehditler ve dahası. Diğer ülkelerden farklıdır, Türkiye. Yılların getirdiği acı, keder ve kötü olaylar her eve farklı dağılmıştır. Günlük hayatta, birbirlerine güvensizlikleri ve sinirli bakışları aslında geçmişlerine sitemleridir. Kendine güvensiz, fikirlerini açıkça dile getirmekten çekinen, en önemlisi yetiştirildiği sınırlar içerisinde hapsedilen insanların sebepleridir.

Tüm bunların sonuçlarından birisi liyakatin eksikliğidir. Başa geçen niteliğe bakmaz. Çoğu zaman geçmişine, ırkına, mezhebine ve dinine bakar. Bir kez olsun insan olduğuna bakmaz. Nice parlak zekalar, mükemmel insanlar, Cumhuriyeti ileriye taşıyacak kişiler sindirilir. Gerçekten vatanına ve geleceğine hizmet edecek  birçok genç, makamlarını doldurmaktan başka işe yaramayan insanlar tarafından toplumdan uzaklaştırılır. Bu hayattaki tek şansı başa geçenin ideolojisine sahip olmak olan  niteliksiz insanlar bu ülkenin uğraşması gereken başlıca sorundur. Her yerde işini iyi yapan insanların olması, adalete, hakka ve emeğe saygınlık katıp, değerli hale getirecektir. Çalışmanın gerçekten işe yaradığını gören insanlar, devletine güvenecek, haksız yere geldiği yerde duramayan insanlar hak yemenin gereksiz olduğunu anlayacak ardından adalete inanan insanlar doğru ve yanlışın gücüyle bu zorlu coğrafyaya umut ile bakacaklardır. 

Türk milletini bu yazılanlar kadar kısa tarif etmek bana göre haksızlık olur bu yüzden okurken yazılanlardan ibaret olmadığını ,Türk milletinin kusursuz sayılamayacağını buna karşın dünyada eşi benzeri görülmeyen değerli kişilerin, hakka, adalete ve emeğe inanan milyonların ayrıca mükemmel gelenek, görenek ve bir örneği daha bulunmayan sıcak kanlı insanlara sahip olduğunu da unutmayın. Yaşananlar ne olursa olsun zorlu bir coğrafyada, bir çok zorluğa rağmen yaşamaya değer bir ülkedir, Türkiye.

Eleştiri yapmak için bir şeyler yapmanız, denemeniz, gerektiğinde yaptığınızın faydasız olduğunu görmeniz gerekir. Hiçbir şey yapmayıp yapanları eleştirmek ya da bir şey yapmaya çalışıp başarısız olanları yargılamak korkakların işidir. Herkes eğlenmek, gezmek gençliğini yaşamak ister ancak bunları her zaman yapabilecek olsanız zevk alamaz ve değerini bilemezsiniz. Bunları değerli kılan şey hayattaki zorluklardır. Yaşamı değerli kılan şeyin ölüm olduğu gibi. Son olarak Cumhuriyetin kurucusu Atatürk'ten yazdıklarımın özeti niteliğinde bazı cümleler hatırlatmak istiyorum.

"Herhangi bir şahsın, yaşadıkça memnun ve mesut olması için lazım gelen şey, kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmaktır. Hayatta tam zevk ve saadet ancak gelecek nesillerin şerefi, varlığı, saadeti için çalışmakta bulunabilir."
"Vatanını en çok seven, görevini en iyi yapandır."
"Yalnız tek bir şeye ihtiyacımız vardır, çalışkan olmak. Servet ve onun tabii neticesi olan refah ve saadet yalnız ve ancak çalışkanların hakkıdır."


Mustafa Kemal'i örnek almak yetmez, gerektiğinde Mustafa Kemal olmak, en önemlisi de buna inanmak gerekir.

                                                                                                                                   Barış YILDIRIM